Sepetim (0) Toplam: 0,00TL
Dervişler ve Sufi Çevreler

Dervişler ve Sufi ÇevrelerKlasik Çağ Osmanlı Toplumunda Tasavvufi Şahsiyetler

İndirimli Fiyat : 76,50TL
k-163
362308
Dervişler ve Sufi Çevreler
Dervişler ve Sufi Çevreler Klasik Çağ Osmanlı Toplumunda Tasavvufi Şahsiyetler
76.50
Haşim Şahin
264 sayfa
1.Basım: Şubat 2017
İnsan ve Toplum Dizisi
ISBN 978-605-105-168-0
 
Kadim bir kökeni olmakla birlikte İslam medeniyeti içinde müstesna bir konuma sahip tasavvuf düşüncesinin temsilcisi olarak kabul edilen mutasavvıflar gerek yaşadıkları dönemlerde, gerekse ölümlerinden sonra kendilerini takip eden müritleri yahut etraflarında oluşan kült sayesinde bireyleri ve toplumları derinden etkilediler. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kuruluştan yıkılışa hemen her devirde Sünni ya da diğer anlayışları benimseyen, bazen sultanlarla çok yakın ilişkiler kurup, bazen de muhalif olmaları nedeniyle takibata uğrayan, hatta idam edilen sufilerin mevcudiyeti biliniyor. Osmanlı döneminde Şeyh Edebalı ve Osman Gazi’nin ekseninde başlayan sufi çevre-iktidar ya da diğer bir deyişle tekke-devlet ilişkileri, Orhan Gazi-Geyikli Baba; Yıldırım Bayezid-Emir Sultan; II. Murad-Hacı Bayram Veli; Fatih Sultan Mehmed-Akşemseddin; Kanuni Sultan Süleyman-Yahya Efendi ve I. Ahmed-Aziz Mahmud Hüdâi örneklerinde görüleceği üzere ilerleyen zamanlarda da devam etmiştir. Elinizdeki kitabın ilk bölümünde sufilerin hayatlarından bahseden menakıpnameler ve Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir yeri olan vilayetnameler incelenmekte, “Dervişler ve Sufi Çevreler” başlıklı ikinci bölümde ise Vefai tarikatına dair bir monografi ile çoğu 1300-1600 yılları arasında yaşamış bazı sufilerin hayatlarına dair yazılar yer almaktadır. Seyyid Ali Sultan, Emir Sikkînî, Yazıcızâde Kardeşler, Otman Baba, Merzifonlu Piri Baba, Koyun Baba, Seyyid Velâyet, Baba Haydar en-Nakşbendî, Beşiktaşlı Yahya Efendi ve Lâ’lîzâde Abdülbâki Efendi kitapta biyografilerine yer verilen mutasavvıflardır. Bu şahsiyetlerin hayatları okunduğunda bazen iktidarın en üst noktalarına nüfuz edebilen bir süt kardeşin hayatını, bazen kırda koyun çobanlığı yaparak ömrünü geçiren bir taşra mutasavvıfının kendine has dünyasını, bazen sahip olduğu fikirleri yayabilmek amacıyla Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan fedakâr mutasavvıfların düşünce yapısını, bazen de ciltler dolusu kitap yazan bir Osmanlı entelektüelinin dünyasını tanımak mümkün olabilecektir. Haşim Şahin, Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü öğretim üyesi. Orta Zamanın Türkleri ve Anadolu Beylikleri adlarında iki kitabıyla Arı Kovanına Çomak Sokmak: Ahmet Yaşar Ocak Kitabı isimli bir söyleşisi yayınlandı.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
 
Yeni Şafak Kitap Eki
11 Mayıs 2017
 

 
Sufiler kuruluşta önemli paya sahip
Osmanlı’da tasavvuf kültürü ve sufiler üzerine çalışmalara imza atan Haşim Şahin’in ‘Dervişler ve Sufi Çevreler’ adlı çalışması yayınlandı. Şahin, “Sufiler Osmanlı’nın kuruluşunda önemli paya sahipti” diyor.
 
 
Sufiler kuruluşta önemli paya sahip
Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Haşim Şahin ile son kitabı Dervişler ve Sufi Çevreler’den yola çıkarak Osmanlı dünyasında tasavvufun yerini ve bugünkü durumu konuştuk.
Bilhassa son yıllarda tasavvuf kültürüne karşı yoğun bir ilgi var. Bunu neye bağlıyorsunuz? 
Aslında tasavvuf kültürüne toplumun ilgisi her zaman fazlaydı. Tasavvuf ilk ortaya çıktığı dönemde insanların manevi terbiyelerini sağlamayı gaye edinmişti. Dolayısıyla bu tasavvufu bir insanın kendi özüne yolculuk yaparak varlığının hakikatini kavraması olarak değerlendirebiliriz bir bakıma. Hal böyle olunca her insan bir şekilde kendiyle bir mücadele içerisine giriyor. Tabii olarak da her dönemde bir şekilde tasavvuf kültürüne, daha geniş bir ifadeyle mistik akımlara karşı bir merak duyuyor. Son dönemde bu ilginin biraz daha arttığını da kabul etmek gerekiyor elbette. Bunun çok çeşitli sebepleri var. İlk olarak toplumun okuma yazma, bilgiye çok daha kolay ulaşma imkânlarının artmasıyla birlikte tarih, düşünce, ilahiyat, felsefe ve sosyoloji gibi alanlara ilgisi de arttı. Artık geçmişte yaşamış ve hem kendi dönemlerine hem de yüzyıllar boyunca devam edecek düşünce ve tasavvuf akımlarına yön vermiş şahsiyetlerin hayatlarını merak ediyor insanlar. Özellikle bütün dünyada ve Türkiye’de Mevlânâ’ya, Yunus Emre’ye, Hacı Bektaş Velî’ye karşı uzun zamandır bir ilgi vardı. Son dönemlerde devletin bu önemli şahsiyetleri daha fazla sahiplenmesi, projelerle desteklemesi, belediyelerin faaliyetleri, bu konulara dair sinema filmlerinin ve belgesellerin sayısının hayli artması toplumun ilgisinin daha da artması ile neticelendi. İnsanlar yukarıda isimlerini saydığım büyük mutasavvıfların haricindeki diğer sufileri de keşfetmeye başladılar. Elbette Osmanlı öncesi dönemden itibaren başlayan, Osmanlı döneminde daha da kuvvetlenen, başta Nakşbendilik, Kadirilik, Bayramîlik, Halvetîlik ve Melâmilik gibi, toplumun değişik kesimlerinde yerleşmiş bir tarikat ve tasavvuf kültürünün mevcudiyeti ve varlığını sürdürmesi de bu popülaritenin bir diğer nedeni. Tasavvufa yönelik yayınların sayısının her geçen gün biraz daha artması, televizyon programlarında mutasavvıf kimliği ile tanınan kişilerin sıkça boy göstermesi de tasavvufa ilginin artma nedenlerinden bir diğeri.
TENKİT EDECEK KURUM YOK
Peki sağlıklı bir bilgi aktarımı var mı?
Bu konuda verilecek her türlü cevabın sübjektif olacağını düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim konularla ilgilenen hemen herkes kendi verdiği bilginin ve temsil ettiği geleneğin doğru olduğunu ileri sürecektir. Bu durum doğal olarak bir çeşitliliği de beraberinde getirecek elbette. Bununla birlikte verilen bilgileri ciddi bir şekilde tenkide tabi tutarak değerlendirecek bir kurumun yahut mercinin olmayışı, verilen bilgilerin sıhhatini sorgulamamıza neden oluyor. Bu nedenle sağlıklı bilgi aktarımı zaman zaman ortadan kalkabiliyor. Yapılması gereken belki de Mustafa Kara, Mahmud Erol Kılıç, Necdet Tosun gibi konunun uzmanlarının kaleme aldıkları eserleri okumak, en azından başlangıç düzeyinde sağlıklı bir fikre sahip olabilmek için.
 Osmanlı’nın kuruluşunda sufi zümrelerin rolü her zaman tartışmalı olmuştur. Sizin bu konudaki kanaatleriniz nedir?
Evet, bu konuda pek çok farklı yorum yapılıyor. Benim doktora tezim Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde dini zümreler üzerineydi.  Kitabınızda Osmanlı tarihine dair yazılan ilk eser olan Yahşi Fakih Menakıbnamesi’ne dair bir yazı var. Bu eser henüz bulunmuş değil… Bu eser neden önemli?
Bu eserin önemi, ciddi anlamda kaynak sıkıntısı çekilen Osmanlı erken dönemine dair birinci elden bilgileri vermiş olması. Bu eserin varlığından da yine ilk Osmanlı kronik yazarlarından birisi olan ve mutasavvıf kimliği ile de tanınan Aşıkpaşazâde sayesinde haberdar oluyoruz. Aşıkpaşazade İstanbul’a giderken Geyve’ye geldiği sırada hastalanıyor ve Orhan Gazi’nin imamı Yahşi Fakih’in evinde misafir oluyor. Bu süre zarfında da Yahşi Fakih’in eserini okuma imkanını buluyor. Hatırladığı kısımları da daha sonra kendi yazdığı Tarih’ine dahil ediyor. Yani Aşıkpaşazâde tarihinin temel kaynağı Yahşi Fakih’in Menâkıbnâmesi. Henüz büyük bir devlet olmadığı için tarihçilerin dikkatini çekmediği dönemde Osmanlı padişahlarının faaliyetlerini daha yakından gözlemleyebilen tek kaynak olması açısından önemli. Yine erken Osmanlı döneminde gündelik hayatı, sosyal yapıyı, tasavvuf kültürünü ve gaza anlayışını yansıtması bakımından da önemli olduğu anlaşılıyor. En azından Aşıkpaşazâde’nin eseri bize bu intibaı veriyor. Umarım bir gün bulunur diyelim..
TEKKELER DEVLET VE 
HALK ARASINDA KÖPRÜYDÜ
Kitabınızda ele aldığınız konulardan biri şeyhlerle sultanların ilişkileri. Uzun Osmanlı asırlarına baktığımızda sufilerin iktidar ilişkileri nasıl olmuştur?
Osmanlı döneminde tekkeler ve zaviyeler sadece tasavvufi kültürü temsil etmekle kalmayıp aynı zamanda topluma dönük bazı işlevler de görüyorlar. Yoksul insanlara, yolculara, kimsesizlere, gariplere, askerlere ücretsiz yemek verilmesi, konaklama imkânı sağlanması gibi. Yani tekkeler son derece hareketli bir hayatın sürdüğü kurumlar. Bu bakımdan devlet ile halk arasında bir köprü vazifesi de görüyor bu tekkeler. Bu nedenle padişahların sufilerle daha yakın bir ilişki kurduklarını, çoğu zaman tekkeleri ve zaviyeleri devlet eliyle inşa ettiklerini, gelir tahsis ettiklerini ve tekke ehlini vergiden muaf tuttuklarını görüyoruz. Bu nedenle iktidar ile sufi çevreler arasında ana hatlarıyla samimi ilişkiler olduğunu söyleyebiliriz. Şeyh Edebalı, Emir Sultan, Akşemseddin, Aziz Mahmud Hüdayi iktidar mensupları ile mutasavvıfların yakınlaşmalarının timsali olmuş isimler. Ama bunun aksinin olduğu durumlarla da karşılaşılabiliyor zaman zaman. Selçuklular adına Babailer İsyanı, Osmanlılar adına ise Şeyh Bedreddin İsyanı, yine Kalenderi dervişlerinin ve Melâmilerin güçlü kutbiyyet anlayışları nedeniyle siyasi otoriteye karşı kayıtsız olmaları devletin bu zümrelere karşı çoğu defa temkinli bazen de olumsuz bir tavır takınmasına neden oluyor. Başta Hacı Bayram Veli olmak üzere, Abdal Musa, Karaca Ahmed, Geyikli Baba, Pir Ali Aksarayi gibi şahsiyetlerin zaman zaman teftiş edilmeleri, İsmail Maşuki, Hamza Bali, Şeyh Lütfullah Karamani, Sütçü Beşir Ağa gibi şahsiyetlerin devlete karşı açık bir tutum sergilemedikleri halde idam edilmeleri devletin tekke ehline karşı sert tedbirlerine örnek olarak verilebilir. Kısacası devlet kendi söylemiyle örtüşen bir politika geliştirdiği yahut kendi otoritesine karşı bir tehdit oluşturmadığı sürece sufileri destekliyor, ancak bunun aksini hissettiği takdirde en sert tedbirleri almaktan çekinmiyordu diyebiliriz.
 
 
Nur Efşan Gür 
ruhunakitap.blogspot.com.tr
17 Haziran 2017
 

"Ne çocuklar gibi bir avuntu olsun diye okuyun, ne de muhterisler gibi kendinizi talime zorlarcasına, hayır, hayır; okuyacaksanız: şifa bulmak için okuyun!" - Gustave Flaubert
Kökten dala bir inşanın serüveni
 
Bugün düğünde dernekte, adaklarda, hayırlı işlerin evvelinde ahirinde ziyaret edilen evliyaların, erenlerin kabirlerinin olduğu Anadolu, bir zamanlar bu topraklara yerleşmek isteyen cengâver dervişlerin gözü pekliği ile hem madden hem manen fethedilmişti. Üzerinde yaşadığımız bu kültürel ve dini mirası Dede Garkın, Kızıl Deli, Yahşı Fakih, Evrenesoğlu, Otman Baba gibi ismini bildiğimiz veya bilmediğimiz nice alpler, erenler, gaziler, dervişler inşa etmişlerdi. Gül alıp, gül satan, gülü gülle tartan Anadolu’nun maddi ve manevi mimarlarının belli başlılarının ele alındığı Dervişler ve Sufi Çevreler isimli kitap, Kitap Yayınevi tarafından okurun beğenisine sunuldu.
 
Dervişler ve Sufi Çevreler, Sakarya Üniversitesi tarih bölümünde akademisyen olarak görev yapan Doç Dr. Haşim Şahin’in çeşitli tarihlerde yayımladığı makalelerinin bir araya getirilmesinden oluşuyor. Kitapta özellikle Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde tarikatların, abdalların, dervişlerin bu sürece doğrudan ve dolaylı katkıları anlatılıyor.
 
İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde tarihî bir kaynak olarak Menâkıbnâmeler ve Vilâyetnâmenlerin neden ve niçin kullanılması gerektiğinin altı çiziliyor. İkinci bölümde Vefailik, Nakişibendilik, Bayramilik ve Melamilik tarikatları ile bu tarikatların önemli aktörlerinin “Anadolu İslamı’nın” oluşum seyrindeki rolleri akademik bir üslupla ele alınıyor.
 
Dervişler ve Sufi Çevreler kitabında, gaza ve cihat anlayışıyla iç içe geçen derviş anlayışının temel dinamikleri, dervişlerin hayata bakışları, gündelik yaşamları, inançları ve dini ritüelleri inceleniyor. Kitapta, kurtlara koyun emanet etme, kış ayında ağaçtan meyve toplama, geyik veya şahin kılığına girme, havada uçma gibi olağanüstü durumların tarikatların niteliğinin anlaşılmasında önemli olduğu vurgulanıyor. Kaşı kirpiği yoluk kalender meşrep dervişlerden, ellerinde bir asa olduğu halde çobanlık yapan ve kendisini kurtarıcı olarak gören vefai şeyhine, ziraat ve esnaflığı överek halk içinde hakla olmayı şiar edinen Bayramiliğe kadar tarikat yapılanmalarının Anadolu’da dini zeminin inşasındaki etkisi açıklanıyor. Vahdet-i vücut, kutbiyyet, pir, ulûhiyet, cezbe gibi temel kavramların tarikat yapılanmalarındaki anlamları ile bu kavramlara verilen ehemmiyetin tarikatların birbirinden ayrışmasındaki belirleyici rolü konuya aşina olmayan okura rehberlik ediyor. Böylece okur tarikatlara göre farklılaşan uygulamaların dini, sosyal ve siyasal bağlamdaki simgesel karşılıklarını öğrenme şansını buluyor.
 
Şahin, Horasan, Dımaşk, Tebriz, Bağdat gibi şehirlerarasında dolaşarak seyr ü süluğunu tamamlayan dervişlerin Anadolu’da ve Balkanlar’daki fetih hareketlerine katılarak yeni İslam beldeleri açma teşebbüsleriyle gerçekleşen İslam’ın kültürlerarası yolculuğuna dikkat çekiyor. Bu yolculukta sınırların bugünkü gibi toplumları birbirinden ayırmadığı bir dünyada ilim öğrenmek adına diyar diyar gezen sonra da öğrendiği ilmi kurduğu bir dergâhla yayan dervişlerin birbirleriyle kurdukları temasın izlerini de takip etmek mümkün. Hacı Bayram Veli’nin, Şeyh Şücâeddin Veli’yi, Şeyh Bedrettin’in halk arasında Somuncu Baba olarak bilinen Şeyh Hamîdüddîn Aksarâyî’yi, Hacı Bektaş Veli’nin Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’yi ziyaretleri bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
 
Kitap aynı zamanda tarikatların ve sufi çevrelerin siyasal iktidarla olan münasebetlerini de ortaya koyuyor. Örneğin Timur’un, Şeyh Şücâeddin Veli’ye gönderdiği hediyelerin Şeyh tarafından kabul edilmemesini veya Geyikli Baba’ya Orhan Gazi’nin iki yük şarap ve iki yük rakı göndermesi ve Geyikli Baba’nın “Bizim dergâhımızdan giren rakı bal, şarap yağ olur” diyerek bir kazana koydurup sultana geri göndermesinin dini ve siyasi iktidar mücadelesi bağlamında nasıl okunması gerektiğinin ipuçlarını içeriyor. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı’da siyasal iktidarla dönem dönem karşı karşıya gelen sufi çevrelerin, iktidara en yakın oldukları noktada bile her dem gözetim altında tutulmalarına karşın geliştirdikleri gizlenme-korunma refleksleri okura sosyolojik okuma imkânı tanıyor.
 
Köklerini Suriye, İran, Irak gibi topraklardan alan dallarıyla Anadolu ve Balkanlar’a uzanan tarikatların ve sufi çevrelerin serüvenini okuyacağınız bu kitap, bugünkü dini ve toplumsal dokumuzu anlamada referans olmayı vaat ediyor.
 
Nur Efşan Gür 
nurnurefsan@gmail.com
  • Açıklama
    • Haşim Şahin
      264 sayfa
      1.Basım: Şubat 2017
      İnsan ve Toplum Dizisi
      ISBN 978-605-105-168-0
       
      Kadim bir kökeni olmakla birlikte İslam medeniyeti içinde müstesna bir konuma sahip tasavvuf düşüncesinin temsilcisi olarak kabul edilen mutasavvıflar gerek yaşadıkları dönemlerde, gerekse ölümlerinden sonra kendilerini takip eden müritleri yahut etraflarında oluşan kült sayesinde bireyleri ve toplumları derinden etkilediler. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kuruluştan yıkılışa hemen her devirde Sünni ya da diğer anlayışları benimseyen, bazen sultanlarla çok yakın ilişkiler kurup, bazen de muhalif olmaları nedeniyle takibata uğrayan, hatta idam edilen sufilerin mevcudiyeti biliniyor. Osmanlı döneminde Şeyh Edebalı ve Osman Gazi’nin ekseninde başlayan sufi çevre-iktidar ya da diğer bir deyişle tekke-devlet ilişkileri, Orhan Gazi-Geyikli Baba; Yıldırım Bayezid-Emir Sultan; II. Murad-Hacı Bayram Veli; Fatih Sultan Mehmed-Akşemseddin; Kanuni Sultan Süleyman-Yahya Efendi ve I. Ahmed-Aziz Mahmud Hüdâi örneklerinde görüleceği üzere ilerleyen zamanlarda da devam etmiştir. Elinizdeki kitabın ilk bölümünde sufilerin hayatlarından bahseden menakıpnameler ve Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir yeri olan vilayetnameler incelenmekte, “Dervişler ve Sufi Çevreler” başlıklı ikinci bölümde ise Vefai tarikatına dair bir monografi ile çoğu 1300-1600 yılları arasında yaşamış bazı sufilerin hayatlarına dair yazılar yer almaktadır. Seyyid Ali Sultan, Emir Sikkînî, Yazıcızâde Kardeşler, Otman Baba, Merzifonlu Piri Baba, Koyun Baba, Seyyid Velâyet, Baba Haydar en-Nakşbendî, Beşiktaşlı Yahya Efendi ve Lâ’lîzâde Abdülbâki Efendi kitapta biyografilerine yer verilen mutasavvıflardır. Bu şahsiyetlerin hayatları okunduğunda bazen iktidarın en üst noktalarına nüfuz edebilen bir süt kardeşin hayatını, bazen kırda koyun çobanlığı yaparak ömrünü geçiren bir taşra mutasavvıfının kendine has dünyasını, bazen sahip olduğu fikirleri yayabilmek amacıyla Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan fedakâr mutasavvıfların düşünce yapısını, bazen de ciltler dolusu kitap yazan bir Osmanlı entelektüelinin dünyasını tanımak mümkün olabilecektir. Haşim Şahin, Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü öğretim üyesi. Orta Zamanın Türkleri ve Anadolu Beylikleri adlarında iki kitabıyla Arı Kovanına Çomak Sokmak: Ahmet Yaşar Ocak Kitabı isimli bir söyleşisi yayınlandı.
      --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
       
       
      Yeni Şafak Kitap Eki
      11 Mayıs 2017
       

       
      Sufiler kuruluşta önemli paya sahip
      Osmanlı’da tasavvuf kültürü ve sufiler üzerine çalışmalara imza atan Haşim Şahin’in ‘Dervişler ve Sufi Çevreler’ adlı çalışması yayınlandı. Şahin, “Sufiler Osmanlı’nın kuruluşunda önemli paya sahipti” diyor.
       
       
      Sufiler kuruluşta önemli paya sahip
      Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Haşim Şahin ile son kitabı Dervişler ve Sufi Çevreler’den yola çıkarak Osmanlı dünyasında tasavvufun yerini ve bugünkü durumu konuştuk.
      Bilhassa son yıllarda tasavvuf kültürüne karşı yoğun bir ilgi var. Bunu neye bağlıyorsunuz? 
      Aslında tasavvuf kültürüne toplumun ilgisi her zaman fazlaydı. Tasavvuf ilk ortaya çıktığı dönemde insanların manevi terbiyelerini sağlamayı gaye edinmişti. Dolayısıyla bu tasavvufu bir insanın kendi özüne yolculuk yaparak varlığının hakikatini kavraması olarak değerlendirebiliriz bir bakıma. Hal böyle olunca her insan bir şekilde kendiyle bir mücadele içerisine giriyor. Tabii olarak da her dönemde bir şekilde tasavvuf kültürüne, daha geniş bir ifadeyle mistik akımlara karşı bir merak duyuyor. Son dönemde bu ilginin biraz daha arttığını da kabul etmek gerekiyor elbette. Bunun çok çeşitli sebepleri var. İlk olarak toplumun okuma yazma, bilgiye çok daha kolay ulaşma imkânlarının artmasıyla birlikte tarih, düşünce, ilahiyat, felsefe ve sosyoloji gibi alanlara ilgisi de arttı. Artık geçmişte yaşamış ve hem kendi dönemlerine hem de yüzyıllar boyunca devam edecek düşünce ve tasavvuf akımlarına yön vermiş şahsiyetlerin hayatlarını merak ediyor insanlar. Özellikle bütün dünyada ve Türkiye’de Mevlânâ’ya, Yunus Emre’ye, Hacı Bektaş Velî’ye karşı uzun zamandır bir ilgi vardı. Son dönemlerde devletin bu önemli şahsiyetleri daha fazla sahiplenmesi, projelerle desteklemesi, belediyelerin faaliyetleri, bu konulara dair sinema filmlerinin ve belgesellerin sayısının hayli artması toplumun ilgisinin daha da artması ile neticelendi. İnsanlar yukarıda isimlerini saydığım büyük mutasavvıfların haricindeki diğer sufileri de keşfetmeye başladılar. Elbette Osmanlı öncesi dönemden itibaren başlayan, Osmanlı döneminde daha da kuvvetlenen, başta Nakşbendilik, Kadirilik, Bayramîlik, Halvetîlik ve Melâmilik gibi, toplumun değişik kesimlerinde yerleşmiş bir tarikat ve tasavvuf kültürünün mevcudiyeti ve varlığını sürdürmesi de bu popülaritenin bir diğer nedeni. Tasavvufa yönelik yayınların sayısının her geçen gün biraz daha artması, televizyon programlarında mutasavvıf kimliği ile tanınan kişilerin sıkça boy göstermesi de tasavvufa ilginin artma nedenlerinden bir diğeri.
      TENKİT EDECEK KURUM YOK
      Peki sağlıklı bir bilgi aktarımı var mı?
      Bu konuda verilecek her türlü cevabın sübjektif olacağını düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim konularla ilgilenen hemen herkes kendi verdiği bilginin ve temsil ettiği geleneğin doğru olduğunu ileri sürecektir. Bu durum doğal olarak bir çeşitliliği de beraberinde getirecek elbette. Bununla birlikte verilen bilgileri ciddi bir şekilde tenkide tabi tutarak değerlendirecek bir kurumun yahut mercinin olmayışı, verilen bilgilerin sıhhatini sorgulamamıza neden oluyor. Bu nedenle sağlıklı bilgi aktarımı zaman zaman ortadan kalkabiliyor. Yapılması gereken belki de Mustafa Kara, Mahmud Erol Kılıç, Necdet Tosun gibi konunun uzmanlarının kaleme aldıkları eserleri okumak, en azından başlangıç düzeyinde sağlıklı bir fikre sahip olabilmek için.
       Osmanlı’nın kuruluşunda sufi zümrelerin rolü her zaman tartışmalı olmuştur. Sizin bu konudaki kanaatleriniz nedir?
      Evet, bu konuda pek çok farklı yorum yapılıyor. Benim doktora tezim Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde dini zümreler üzerineydi.  Kitabınızda Osmanlı tarihine dair yazılan ilk eser olan Yahşi Fakih Menakıbnamesi’ne dair bir yazı var. Bu eser henüz bulunmuş değil… Bu eser neden önemli?
      Bu eserin önemi, ciddi anlamda kaynak sıkıntısı çekilen Osmanlı erken dönemine dair birinci elden bilgileri vermiş olması. Bu eserin varlığından da yine ilk Osmanlı kronik yazarlarından birisi olan ve mutasavvıf kimliği ile de tanınan Aşıkpaşazâde sayesinde haberdar oluyoruz. Aşıkpaşazade İstanbul’a giderken Geyve’ye geldiği sırada hastalanıyor ve Orhan Gazi’nin imamı Yahşi Fakih’in evinde misafir oluyor. Bu süre zarfında da Yahşi Fakih’in eserini okuma imkanını buluyor. Hatırladığı kısımları da daha sonra kendi yazdığı Tarih’ine dahil ediyor. Yani Aşıkpaşazâde tarihinin temel kaynağı Yahşi Fakih’in Menâkıbnâmesi. Henüz büyük bir devlet olmadığı için tarihçilerin dikkatini çekmediği dönemde Osmanlı padişahlarının faaliyetlerini daha yakından gözlemleyebilen tek kaynak olması açısından önemli. Yine erken Osmanlı döneminde gündelik hayatı, sosyal yapıyı, tasavvuf kültürünü ve gaza anlayışını yansıtması bakımından da önemli olduğu anlaşılıyor. En azından Aşıkpaşazâde’nin eseri bize bu intibaı veriyor. Umarım bir gün bulunur diyelim..
      TEKKELER DEVLET VE 
      HALK ARASINDA KÖPRÜYDÜ
      Kitabınızda ele aldığınız konulardan biri şeyhlerle sultanların ilişkileri. Uzun Osmanlı asırlarına baktığımızda sufilerin iktidar ilişkileri nasıl olmuştur?
      Osmanlı döneminde tekkeler ve zaviyeler sadece tasavvufi kültürü temsil etmekle kalmayıp aynı zamanda topluma dönük bazı işlevler de görüyorlar. Yoksul insanlara, yolculara, kimsesizlere, gariplere, askerlere ücretsiz yemek verilmesi, konaklama imkânı sağlanması gibi. Yani tekkeler son derece hareketli bir hayatın sürdüğü kurumlar. Bu bakımdan devlet ile halk arasında bir köprü vazifesi de görüyor bu tekkeler. Bu nedenle padişahların sufilerle daha yakın bir ilişki kurduklarını, çoğu zaman tekkeleri ve zaviyeleri devlet eliyle inşa ettiklerini, gelir tahsis ettiklerini ve tekke ehlini vergiden muaf tuttuklarını görüyoruz. Bu nedenle iktidar ile sufi çevreler arasında ana hatlarıyla samimi ilişkiler olduğunu söyleyebiliriz. Şeyh Edebalı, Emir Sultan, Akşemseddin, Aziz Mahmud Hüdayi iktidar mensupları ile mutasavvıfların yakınlaşmalarının timsali olmuş isimler. Ama bunun aksinin olduğu durumlarla da karşılaşılabiliyor zaman zaman. Selçuklular adına Babailer İsyanı, Osmanlılar adına ise Şeyh Bedreddin İsyanı, yine Kalenderi dervişlerinin ve Melâmilerin güçlü kutbiyyet anlayışları nedeniyle siyasi otoriteye karşı kayıtsız olmaları devletin bu zümrelere karşı çoğu defa temkinli bazen de olumsuz bir tavır takınmasına neden oluyor. Başta Hacı Bayram Veli olmak üzere, Abdal Musa, Karaca Ahmed, Geyikli Baba, Pir Ali Aksarayi gibi şahsiyetlerin zaman zaman teftiş edilmeleri, İsmail Maşuki, Hamza Bali, Şeyh Lütfullah Karamani, Sütçü Beşir Ağa gibi şahsiyetlerin devlete karşı açık bir tutum sergilemedikleri halde idam edilmeleri devletin tekke ehline karşı sert tedbirlerine örnek olarak verilebilir. Kısacası devlet kendi söylemiyle örtüşen bir politika geliştirdiği yahut kendi otoritesine karşı bir tehdit oluşturmadığı sürece sufileri destekliyor, ancak bunun aksini hissettiği takdirde en sert tedbirleri almaktan çekinmiyordu diyebiliriz.
       
       
      Nur Efşan Gür 
      ruhunakitap.blogspot.com.tr
      17 Haziran 2017
       

      "Ne çocuklar gibi bir avuntu olsun diye okuyun, ne de muhterisler gibi kendinizi talime zorlarcasına, hayır, hayır; okuyacaksanız: şifa bulmak için okuyun!" - Gustave Flaubert
      Kökten dala bir inşanın serüveni
       
      Bugün düğünde dernekte, adaklarda, hayırlı işlerin evvelinde ahirinde ziyaret edilen evliyaların, erenlerin kabirlerinin olduğu Anadolu, bir zamanlar bu topraklara yerleşmek isteyen cengâver dervişlerin gözü pekliği ile hem madden hem manen fethedilmişti. Üzerinde yaşadığımız bu kültürel ve dini mirası Dede Garkın, Kızıl Deli, Yahşı Fakih, Evrenesoğlu, Otman Baba gibi ismini bildiğimiz veya bilmediğimiz nice alpler, erenler, gaziler, dervişler inşa etmişlerdi. Gül alıp, gül satan, gülü gülle tartan Anadolu’nun maddi ve manevi mimarlarının belli başlılarının ele alındığı Dervişler ve Sufi Çevreler isimli kitap, Kitap Yayınevi tarafından okurun beğenisine sunuldu.
       
      Dervişler ve Sufi Çevreler, Sakarya Üniversitesi tarih bölümünde akademisyen olarak görev yapan Doç Dr. Haşim Şahin’in çeşitli tarihlerde yayımladığı makalelerinin bir araya getirilmesinden oluşuyor. Kitapta özellikle Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde tarikatların, abdalların, dervişlerin bu sürece doğrudan ve dolaylı katkıları anlatılıyor.
       
      İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde tarihî bir kaynak olarak Menâkıbnâmeler ve Vilâyetnâmenlerin neden ve niçin kullanılması gerektiğinin altı çiziliyor. İkinci bölümde Vefailik, Nakişibendilik, Bayramilik ve Melamilik tarikatları ile bu tarikatların önemli aktörlerinin “Anadolu İslamı’nın” oluşum seyrindeki rolleri akademik bir üslupla ele alınıyor.
       
      Dervişler ve Sufi Çevreler kitabında, gaza ve cihat anlayışıyla iç içe geçen derviş anlayışının temel dinamikleri, dervişlerin hayata bakışları, gündelik yaşamları, inançları ve dini ritüelleri inceleniyor. Kitapta, kurtlara koyun emanet etme, kış ayında ağaçtan meyve toplama, geyik veya şahin kılığına girme, havada uçma gibi olağanüstü durumların tarikatların niteliğinin anlaşılmasında önemli olduğu vurgulanıyor. Kaşı kirpiği yoluk kalender meşrep dervişlerden, ellerinde bir asa olduğu halde çobanlık yapan ve kendisini kurtarıcı olarak gören vefai şeyhine, ziraat ve esnaflığı överek halk içinde hakla olmayı şiar edinen Bayramiliğe kadar tarikat yapılanmalarının Anadolu’da dini zeminin inşasındaki etkisi açıklanıyor. Vahdet-i vücut, kutbiyyet, pir, ulûhiyet, cezbe gibi temel kavramların tarikat yapılanmalarındaki anlamları ile bu kavramlara verilen ehemmiyetin tarikatların birbirinden ayrışmasındaki belirleyici rolü konuya aşina olmayan okura rehberlik ediyor. Böylece okur tarikatlara göre farklılaşan uygulamaların dini, sosyal ve siyasal bağlamdaki simgesel karşılıklarını öğrenme şansını buluyor.
       
      Şahin, Horasan, Dımaşk, Tebriz, Bağdat gibi şehirlerarasında dolaşarak seyr ü süluğunu tamamlayan dervişlerin Anadolu’da ve Balkanlar’daki fetih hareketlerine katılarak yeni İslam beldeleri açma teşebbüsleriyle gerçekleşen İslam’ın kültürlerarası yolculuğuna dikkat çekiyor. Bu yolculukta sınırların bugünkü gibi toplumları birbirinden ayırmadığı bir dünyada ilim öğrenmek adına diyar diyar gezen sonra da öğrendiği ilmi kurduğu bir dergâhla yayan dervişlerin birbirleriyle kurdukları temasın izlerini de takip etmek mümkün. Hacı Bayram Veli’nin, Şeyh Şücâeddin Veli’yi, Şeyh Bedrettin’in halk arasında Somuncu Baba olarak bilinen Şeyh Hamîdüddîn Aksarâyî’yi, Hacı Bektaş Veli’nin Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’yi ziyaretleri bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
       
      Kitap aynı zamanda tarikatların ve sufi çevrelerin siyasal iktidarla olan münasebetlerini de ortaya koyuyor. Örneğin Timur’un, Şeyh Şücâeddin Veli’ye gönderdiği hediyelerin Şeyh tarafından kabul edilmemesini veya Geyikli Baba’ya Orhan Gazi’nin iki yük şarap ve iki yük rakı göndermesi ve Geyikli Baba’nın “Bizim dergâhımızdan giren rakı bal, şarap yağ olur” diyerek bir kazana koydurup sultana geri göndermesinin dini ve siyasi iktidar mücadelesi bağlamında nasıl okunması gerektiğinin ipuçlarını içeriyor. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı’da siyasal iktidarla dönem dönem karşı karşıya gelen sufi çevrelerin, iktidara en yakın oldukları noktada bile her dem gözetim altında tutulmalarına karşın geliştirdikleri gizlenme-korunma refleksleri okura sosyolojik okuma imkânı tanıyor.
       
      Köklerini Suriye, İran, Irak gibi topraklardan alan dallarıyla Anadolu ve Balkanlar’a uzanan tarikatların ve sufi çevrelerin serüvenini okuyacağınız bu kitap, bugünkü dini ve toplumsal dokumuzu anlamada referans olmayı vaat ediyor.
       
      Nur Efşan Gür 
      nurnurefsan@gmail.com
      Stok Kodu
      :
      k-163
  • Taksit Seçenekleri
    • İş Bankası
      Taksit Sayısı
      Taksit tutarı
      Genel Toplam
      Tek Çekim
      76,50   
      76,50   
      2
      39,78   
      79,56   
      3
      27,03   
      81,09   
      6
      13,77   
      82,62   
      Diğer Kartlar
      Taksit Sayısı
      Taksit tutarı
      Genel Toplam
      Tek Çekim
      76,50   
      76,50   
      2
      -   
      -   
      3
      -   
      -   
      6
      -   
      -   
Kapat